Güce Ancak Bu Kadar Güzel Anlatılabilirdi!
Kalemine Sağlık Zeki Hocam
Mazinin gölgesinde bir ilçe…
Gönlü yüce insanların bulunduğu bir yer.
Şehri dolaşırken insanların yüzlerine bakıyorum. Kâh zahmet, kâh emek, kâh mücadele, kâh vefa, kâh azim…
Sokaklar gönül sahibi insanlarla dolu.
Bir çay ocağına uğruyorum. Önüme gelen çayı yudumlarken misafir olduğumu söylüyorum. Oralı olmayan herkese her yerde nasıl bakılıyorsa öyle bakıyorlar bana. Ah o Anadolu insanı! Sevgi dolu gözler benim üzerimde. Çünkü misafirim…
Niçin geldiğimi sorduklarında “gezmek” için diyorum. Elbette şaşırıyorlar. Biri Güce’ye gezmeye gelmiş! Basit cümlelerle konuşuyorum. Anlaşılan ve cevabı kolay olan… Geçim kaynağını soruyorum mesela. Daha önce bildiklerimizi sıralıyorlar. Asıl mesele göç. Bana “Buralar herkese yetmiyor artık beyim” diyorlar.
İlçede kalanlar tarım, hayvancılık ve buna benzer şeyler ile geçiniyor. Fındık, çay ve kısmen arıcılık da girmiş işin içine.
“Buralar herkese yetmiyor artık” sözü içimi acıtıyor. Bir cümle ile ancak o kadar uzun şey söylenir. Dedim ya insanımız âlim değil belki ama arif. Ne demişti ünlü şairimiz Nedim: “Beli söz bilmeziz ama biraz irfanımız vardır.” Güceli sözün alâsını biliyor ve en kısadan söylüyor.
Gelevera Vadisi sırlarıyla gelmiş buralara kadar demek. Uzun yıllar emeği ile geçinmiş, bileği ile geçinmiş. Yiyeceklerini “tam”larda, “köm”lerde ve “ahır”larda saklamışlar belki… Taş fırınlar hizmet vermiş medeniyet denilen “çok dişi” olan canavar gelene kadar…
Güceli; ne yaz göçlerine, ne otçu göçlerine, ne de güz göçlerine şahit olmuştur… Kim bilir? Halâ daha şahittir belki. Bunları öğrenmem için sorduğum sorular ve verilen cevaplar buraya sığmadığından hülasa ediyorum yani.
Güce’nin, merkezde dört mahallesi var. On beş köye sahip. Asıl hikâye köylüde. Şimdi bunları adlarını yazıp yazınının sihrini bozmamak lazım.
Bir vatandaşa “Eski mi daha iyiydi şimdi mi?” diye soruyorum. Bir bana bir önüne bakıyor. Derin bir nefes alıp cevap veriyor. “Şimdiki durum bir açıdan iyi bir açıdan değil” diyor.
Sebebini soruyorum. Cevap müthiş. “Eskiden hayat zordu, şimdi her şey kolaylaştı. Aradığın şeyleri de kolay buluyorsun. Bu açıdan şimdiki zaman iyi” diyor. “Peki, iyi olamayan yanı ne?” diye soruyorum. Yüzünün rengi değişiyor birden. Ve o hiç unutamayacağım cevabı veriyor: “Eskiden hep bir aradaydık. Hasret yoktu…”
Hasret yoktu…
Nasıl bir yürek yangını bu?
Gerçi Anadolu’nun diğer ilçelerinde de buna benzer cevaplar aldığımız olmuyor değildi. Yine de aynı anlama gelen sözleri duymak acıtıyor içimizi.
Hasret yoktu…
Ah o hasret!
Bir yandan “Buralar herkese yetmiyor” cümlesi diğer yandan “Hasret yoktu” ifadesi. Akıl ile gönül arasında kalmak böyle bir şey demek ki…
Gönlü yüce Gücelilerden ayrılıyorum yol boyu konuştuklarım geliyor aklıma. Yazmayı düşündüğüm yol hikâyesini bilinmeyen bir tarihe tehir ediyorum. Gönlümü Güce’de bırakarak bedenimi alıp gidiyorum başka diyarlara…
Ah Güce! Ah gönlü yüce insanlar diyarı… Belki yine uğrarım size. Söz bu sefer iç yakan sorular sormayacağım. Çünkü ben bu yaşımda hüzünlü sözleri kaldıramam.
Herkese gönül dolusu selamlarımı yolluyorum…
Giresun’un sahile uzaklığı 14 km olan şirin mi şirin bil ilçesi. Kendi halinde ve gönül sahibi insanların yaşadığı güzel bir yurt köşesi…
Bu şirin ilçeye gitmeye karar verdikten sonra, sahilden ayrılıp ilçe merkezine varıncaya kadar hiçbir ayrıntıyı kaçırmamaya çalıştım. Çünkü güzergâhın her metrekaresi görülmeye değer güzellikte. Hatta içimden bir ses “Buralarda biraz eylen, diğer yerlere sonra gidersin” diyordu. Ancak atalarımız “Yolcu yolunda gerek” demişti. Biz de yolumuza devam ettik.
İlçe sınırları içine girip hayal ve tahminlerimin ötesinde bir muhite ulaşmam karşısında sevindim. Çünkü ülke sınırları içince her yeri kendi vatanı ve herkesi kendi hemşehrisi sayan bir anlayışa sahip olduğumdan; gördüğüm her Güceli ile sanki kan bağım varmış gibi geldi bana.
Önce şehri yaya dolaştım. Sonra kaymakamlığı sordum. Şehre giriş yönüme göre sağ tarafımda kalan caminin hemen yanında tatlı bir eğim ile biraz yürüdükten Halk Pazarının kurulduğu yere vardım. Güceli vatandaşlardan kimisi satıcı, kimisi alıcı hatta bazıları hem alıcı hem de satıcı vasfıyla Pazar yerine hareket getirmişlerdi.
Güce’de kurulan pazarı da dolaşıp Güce İlçe Milli Eğitim Müdürü ile görüşmek için makamına vardığımda ilçede bir toplantısı olduğunu öğrendim. Ne de olsa 38 yıllık meslek hayatımın 18 yılını idareci olarak geçirmiş bir eğitimci olarak bulunduğum yerde yabancılık çekmiyordum.
Koridorda oturup ne yapacağımı düşünürken, bir beyefendi bana kimi beklediğimi sordu ve ben de meramımı anlatınca beni kendi makamına davet etti. İsminin Hamza Çanak olduğunu söyledi ve İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü olarak görev yaptığını belirtti.
Hamza Çanak Beyefendi ile sohbet ederken, içeriye mevzuat gereği neler yapması gerektiğini soran bazı kişiler geldiler. Bu kişilerin problemlerinin çok kısa sürede halledilmesine ben de memnun oldum. Hem vatandaşın işi görülmüş, hem devletin şefkat elinin vatandaşın üzerinde olduğunu, hem de kurumların ulaşılmayacak bir makam olmadığını gördüm. Belki biraz tuhaf olacak ama Hamza Çanak’ı içimden tebrik ettim.
Aklıma ister istemez Necip Fazıl Kısakürek’in “Çatık kaş hükümet dedikleri zât” mısraı geldi. Bu sefer ne kaşlar “çatık”, ne de yüzler “asık” değildi. Vazifeli şahıs yani Hamza Çanak niçin orada olduğunu biliyor ve vatandaşa yardımcı oluyordu. Bir eğitimci olarak yarınlara daha güvenle ve umutla bakmamı sağlayan Hamza Çanak Beye en kalbi şükranlarımı sunarım. Yolu engelsiz, bahtı açık olsun.
Hükümet binasından ayrılıp, yine o halk pazarının etrafını dolaşarak ana caddeye ulaştım. Vakit öyle idi ve kendine has mimarisi olan Güce Merkez Camii şadırvanında mevsime göre serin bir suyla abdest alıp, seferi hükmünde bir öğle namazı arından şehirde bir tur daha atıp, İlçe Belediye Başkanlığı binasına doğru yol alım.
Daha önceki seyahatlerimden de edindiğim tecrübeye göre Kaymakam ile Belediye Başkanlarına ulaşmak biraz zor oluyordu. Kaymakamlıklar devletin ciddi tarafını hissettirirken, Belediyeleri ziyaret edenlerin çoğu ya iş, ya da bir şeyin reklam veya pazarlamasını yapmaya gidenlerden oluyordu. Bizim gibi yüzlerce kilometre uzaktan gelip meccanen iki satır yazı yazıp oranın tanıtımına katkı sağlayanların sayısı ne kadar onu bilmiyorum.
Binadan içeri girip Başkan Bey ile görüşeceğimi söylediğimde bana kapısı halka açık olduğu anlaşılan bir yeri gösterdiler. İçeride iki vatandaş vardı ve girerken biri çıkıyordu. Kendimi tanıttım ve müsaade istedim. Belediye Başkanı Aytekin Boduroğlu beni içeri davet etti. Bir yere oturup ziyaret sebebimi bildirdim.
Aytekin Başkan tahminimden de öte samimi biri çıktı. Hem Güce ile ilgili hem de yerel yönetimlerle ilgili sohbet ettik. Her cümlesinin ardından sadece Güce ile değil yerel yönetimlerin vazifeleri hakkında da güzel açıklamalarda bulunduğu. Yani “Ben seçildim, her şey burada bitti” anlayışında biri değildi. Konuşmalarımızdan ahalinin dertlerine kafa yorduğu belliydi. Ahalinin dertleri ve istekleri üzerine kafa yormak, varsa bir problemleri onu nasıl çözeceğine dair formül üretmek her yöneticinin harcı değil. “Özellikle ilçenin maddi gücünün dışında olan şeyleri “yukarı” bildirmek ve netice almak da herkesin harcı değil.
Ayrıca Başkan Aytekin Boduroğlu, ilçe kültürü ile yapmış olduğu çalışmalar da takdire şayan. Bir yere hizmet etmek için oranın tanıtımı önemli. Bir yerin; geçmişi, geleceği önemli. Daha doğrusu aidiyet hissi çok daha önemli.
Aytekin Boduroğlu’nun Güce için bir şans olduğunu düşünüyorum. Ayrılırken bana Güce ile ilgili yazılmış bir eser takdim etti. Eserin yazarının daha önce bir kitabını okuduğum için tanıyordum. Güce ile ilgili kitabı iki defa okudum.
Misafirperverliklerinden dolayı Sayın Başkan Aytekin Boduroğlu ve Güce İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü Sayın Hamza Çanak’a çok teşekkür ederim. Sanırım bu yazı burada yine bitmedi.